Mitoloji, Felsefe, Psikoloji: Bilinç Dışımızın Haritaları

Rüştünü İspat Eden Psikoloji Bilimi

Henüz yüzyıl kadar önce, psikoloji bilim sayılmak için mücadele veren, sınırları belirsiz, meşruiyeti tartışmalı genç bir disiplindi. O dönemde, zihnin ya da ruhun haritasını çıkarmak, mitolojiden felsefeye uzanan kadim bir arayışın modern versiyonu gibi görülüyordu. Başka bir deyişle söz konusu çabalar, dönemin bilim anlayışına göre son derece soyut kalıyordu. İnsanlar gözle göremedikleri, elle tutamadıkları mefhumlar konusunda son derece şüpheciydi (skeptik).

Hatta pozitivist tutuma göre psikoloji alanı ilk başlarda, nesnel olarak test edilemediği için bilim olarak kabul edilmemişti. Ne var ki bilimsel yöntemler ilerledikçe yani bu alanda somut veriler elde edildikçe, bu yaklaşım değişti. Bilindiği üzere günümüzde psikoloji alanı gerek sanat gerek tıp gibi çeşitli branşlarda başvurulan önemli bilimsel bir çaba olarak kabul edilir.

Sosyal bilimlere karşılık gelen psikoloji, deneyler ve sistematik gözlem yoluyla sınanabilirdir. Modern psikolojinin temelleri, Alman fizyolog, filozof, deneysel psikolog Wilhelm Wundt’un 1879 yılında, Leipzig’de ilk özel psikoloji laboratuvarını kurmasıyla atılmıştır. Böylece psikoloji, biyoloji ve felsefeden farklı bir disiplin olarak resmen tanınır. Öte yandan zihinsel süreçlerin sistematik analizinin yöntemlerinin geliştirilmesiyle, nöropsikoloji ve bilişsel psikolojininin alt yapısı hazırlanmış olur.

Mitostan Logos’a Geçme İddiası

Bu denli önemli olan bir branşın (psikoloji) köklerine baktığımızda, felsefeyle karşılaşırız. Ne var ki felsefeden de önce meydana getirilmiş mitik hikayeler, her iki alanın da ortak ana-atasıdır. Felsefe çabasının Batı olarak anılan dalı, “mitostan logosa geçtiği” iddiasında olmuştur. Buna göre mitik anlatılar, zaman aşımına uğramış, tedavülden kalkması gereken sahte hikayelerdir. Batılı anlamdaki felsefe bu iddiasını, irrasyonel geçmişe bir sünger çekerek, aklı ön plana çıkarttığı söylemiyle besler.

Oysa mevcut eğitim sisteminde de sıklıkla kullanılan bu iddianın gerçek olup olmadığını sınamak gerekir. Felsefe etkinliğine böyle anlarda ihtiyaç duyarız. Felsefe, filozofların argümanlarını, kavramlarını ezberleyerek, onları sorgusuz sualsiz kabul etmek değildir. Nerede tümevarımcı ve dogmatik bir söylem sezilirse, orada felsefeye başvurulmalıdır. Bilim, din gibi alanların yanı sıra kendi içinde de (felsefe) aynı etkinliğin sürdürülebilmesi elzemdir.

Kavramların Etimolojisi

Mitos, kadim Yunan dilinde hikaye ve söz gibi anlamlarda kullanılırdı. Yaratıcı figürleri ile kahramanlar ve doğanın gözlemine dayanan efsaneler, mitosların içeriğini oluşturur. Başka bir deyişle mitoslar kültürlerin, toplulukların değerlerini, dünya görüşlerini, hayata yönelik yaklaşımlarını  yani kolektif hafızayı yansıtmaktadır. Mitik anlatılar (efsanevi) gerçek olmaktan ziyade sembolik anlamlar taşırlar. İnanış biçimleri ve kültürel değerleri yansıtmasının yanı sıra, tüm bir dünya deneyiminin hafızasının kalbidirler.

Mitoloji ise aynı kökten türemiş olup, mitosların bir sistem içerisinde düzenlenerek incelenmesi anlamındadır. Kültürel kimliklerle birlikte toplumsal normların anlaşılması açısından önemli bir kaynaktır. Öte yandan, günümüz kişilerine ve topluluklarına yaşamsal öğretiler sunar. Söz konusu öğretiler ne kadar eski olursa olsun, günümüz sorunlarına çözüm üretebilmemiz için, bizlere önemli bilgiler sağlarlar. Bunun nedenini monomit ifadesiyle açıklamak mümkündür.

Logos ise kadim Yunan dilinde kelime, mantık, akıl gibi anlamlarda kullanılırdı. Yani felsefeye göre bu kavram, evrensel akıl ya da mantıklı düşünceye karşılık gelir. Örneğin Herakleitos gibi düşünürler, logosu evrenin düzeni ve akılcı doğası olarak değerlendirmişlerdir. Platon’un Timaios diyaloğunda logos, evrenin meydana gelmesinde yer alan akılcı ilke olarak anılır. Erken Hristiyan düşünürleri logosu yaratıcının sözü veya aklı anlamında kullanmışlardır. Başka bir deyişle, burada da bir tür monologos durumundan bahsedebiliriz.

İkili Sistem Çıktısı; Mitos, Logos Yapay Ayrımı

Batılı anlamda felsefeye göre “mitostan logosa geçmek”, insan düşüncesinin mitolojik anlatımlardan, mantıklı, akılcı düşünceye geçişini simgeler. Ne var ki bu iddia, günümüzün en büyük sorunlarından olan ikili sistemin bir ürünüdür. Başka bir deyişle bu tür zıtlıklar, Sokrates’in deyimiyle “üçüncü bir yolun mümkün olduğu” gerçeğini gizler. Mitos ile logosa yapılan ayrımcılık, batı ve doğu, kadın ve erkek, doğa ve insan gibi konseptlerde de kendisini gösterir.

İkili (binary) anlayışa göre öncelikle iki kutup, başka deyişle zıtlık meydana getirilir ve bu karşıtlıkların dışına taşan fikirlerin meydana çıkması engellenir. Düşüncede üretilen her kavramın yani soyut alanın, somut yani kültürel ve toplumsal alanda karşılığı vardır. Bu sebeple doğru kabul ettiklerimizi ve düşünme şablonlarımızı sorgulamalıyız. Diğer bir ifadeyle, yaşadığımız dünyada kalıcı değişiklikler yapmak istiyorsak, öncelikle düşünce mekanizmamızı yapı söküme uğratmalıyız.

Doğu olarak adlandırılan felsefi pratik içerisindeyse, ikilik dışı alternatif sistemler meydana getirilmiştir. Örneğin Batı’da Aristoteles’in iki kutuplu mantık tasarımından söz ederiz fakat Doğu’da Gautama’nın (nyaya) mantık bilimi, ikilik dışı (non binary) bir sistem sunar. Yani Aristoteles mantığı bizi sadece A ile B arasına hapsederken, Gautama mantığı bizlere özgürlük alanları açar. Başka deyişle, mitos ile logostan birisini seçmek durumunda kalmayız.

Monomitosla Monologosun Evliliği

Çok branşlı (multidisciplinary), karşılaştırmalı mitolog, ABD’li yazar Joseph Campbell, kahraman mitleri üzerine derinlemesine çalışmalar yapmıştır. Her kültürde kahramanlık öykülerinin özünü oluşturan, ortak ve evrensel bir örüntünün, Monomit‘in (James Joyce’dan ödünç aldığı bir sözcük) varlığını ileri sürer. Campbell’ın en etkili fikirlerinden biri kahramanın yolculuğu veya monomit kavramıdır. Dünyadaki mitlerin ve hikayelerin çoğunun, bir kahramanın yaşam serüveni üzerine örüldüğünü ifade eder. Buna göre kahraman, denemeler ve sıkıntılarla karşılaşarak dönüşür, yenilenir.

Kadim kültürlerin destanlarında da benzer dizilimlerle karşılaşırız. Öte yandan destanlar topluluklar için birleştirici bir unsur görevi üstlenirler. Dolayısıyla bazı kültürlerin bireyci yaklaşımları anlatılarına da sızmış, oradan yine toplumu şekillendirmeye devam etmiştir. Bunun yanı sıra kolektifi önemseyen kültürlerin anlatıları da bireysel bencillikten uzak yaşam biçimlerinin de mümkün olduğunu gösterir. Bu sebeple söz konusu metinlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi oldukça önemlidir.

Nasıl ki monomit yaklaşımı, dünyanın tüm kültürlerinde ortak noktalar olduğuna vurgu yapıyorsa, monologos kavramı, ortak bir aklın veya kolektif bir bilincin varlığına işaret eder. Bu kavramların birlikteliği, toplulukların ve kişilerin ortak düşünce biçimleri ile anlayış yapısına sahip olabileceğini ifade eder. Monomitos ile monologos kavramlarının birleşimi, mitolojik anlatıların ve düşüncenin ortak bir temel üzerinde birleştiği fikrini destekler. Bu, farklı kültürler arasındaki benzerliklerin daha derin bir anlam taşıdığını ve deneyimlerin evrenselliğini yansıttığını gösterir.

Mitoloji, Felsefe, Psikoloji’nin Evrenselliği

Görüldüğü üzere Mitoloji, Felsefe ve Psikoloji alanlarının üçü de bir şekilde itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Oysa mitoloji, günümüzü anlamlandırmak ve olaylar karşısında strateji ya da tutumlar belirleyebilmek için nitelikli altyapılar sunar bizlere. Felsefe ise merkezi (Batılı) bir pratik olmaktan çok merkezkaç bir çabadır. Diğer bir ifadeyle, felsefenin Yunanlılardan çıktığını iddia eden deyiş politiktir ve masum değildir. Felsefeyi, kendilerini Yunanlıların torunu addeden Almanların geliştirdiği (nur bei den Deutschen) iddiası, dünya savaşları sırasında ayyuka çıkan köken arayışlarının bir sonucudur.

Anlaşılacağı üzere felsefe, seçkin bir zümrenin icadı değildir. Bu sistemli çalışmalara, batı ve Avrupa dışı kültürlerde de rastlarız. Öte yandan, felsefe geleneğiyle birlikte mitostan logosa geçilmemiştir. Günümüzün sorunlarına, modern insanların ve toplumların irrasyonel itkilerine odaklandığımızda, böyle bir iddianın söylemden öteye gitmediğini fark ederiz. Üstelik bu yaklaşım, yaşamın mevcut köklerini sökmeye teşebbüs ettiğinden, dünyanın hayat damarlarına yönelik bir tehlike arz eder. Nitekim mitolojik hikayeler, dünyaya yönelik önemli anahtarlar sunmaktadır.

Mitoloji, semboller ve metaforlar aracılığıyla derin anlamlar ifade eder. Psikoloji de bilinçdışı süreçlerin ve rüyaların yorumlanmasında sembolizme büyük önem verir. Rüyalar, mitolojik sembollerle benzerlik gösterir ve kişinin içsel dünyasını anlamada önemli rol oynar. Bu simgesel anlatımlar, hem mitolojik hem de psikolojik bağlamda kişinin kendini ve dünyayı kavramasına yardımcı olur. Felsefe ise mitolojide olduğu gibi evreni anlamlandırma çabasındadır. Mitoloji bunu gözlemler üzerine yerleştirilen hikayelerle yaparken, felsefe sistemli hale getirir ve psikoloji çözümün yolunu açar.

Psişenin/Ruhun Terapisi (Therapeia), Karakter Gelişimi Olarak Etik (Ethos)

Klasik (antik, kadim) metinlerde, psikoterapi sözcüğüyle karşılaşmayız. Yine de bu kavrama karşılık gelecek alternatiflerimiz var. Başka bir deyişle terapiye dayalı (terapötik) olanın ne olduğu sorusu, antik etiğin temel uğraşlarından olmuştur. Örneğin modern psikolojide özyardım veya psikoterapi olarak anılan kavramların içeriklerini, Sokratik ve Stoacı etikte de görürüz. Etik kelimesinin etimolojisine baktığımızda, kişilik ve karakterde (ethos) mükemmelliğin meydana getirilme arayışı ve çabasıyla karşılaşırız.

Ahlak, kişilerin veya toplumların günlük yaşamlarında uyguladığı kurallar ve değerler iken, etik bu kuralların ve değerlerin incelendiği, sorgulandığı disiplindir. Ahlak kişisel ve kültürel olabilirken, etik evrensel ilkeleri ve mantıksal argümanları ön plana çıkarır. Bu demektir ki ahlak dogmatik bir yapılanmayken, etik kritik bir çabadır ve kuralların teorik temelleri ile mantıksal tutarlılıklarını sorgular. Daha açık bir ifadeyle, ahlak geleneksel ve kültürel bir çerçevede şekillenirken, etik, evrensel ve analitik bir yaklaşımla, belirli durumlar için en doğru davranış biçimlerini belirlemeye çalışır.

Neticede, mitolojik hikayeler, tarih boyunca kişilerin davranışlarını yönlendiren dersler içerir. Etik, hangi davranışların doğru veya yanlış olduğunu tespit etmeye çalışır. Psikoloji ise, davranışların nedenlerini ve nasıl değiştirilebileceğini anlamaya yönelir. Bu disiplinler, kimi zaman farklı, bazen de benzer yöntemler ve perspektiflerle kişisel, kültürel deneyimi ve toplum yapısını anlamlandırmak itkisindedir. Diğer bir ifadeyle logosla mitos iç içedir, felsefe (Batı) merkezi bir sistem değildir ve psikoloji bu alanların ışığıyla meydana getirilmiştir. Bu tip disiplinler arası (interdisciplinary) bir yaklaşımla, doğru soruları sorabilirsek ve gerçekten istersek, çetrefilli sorunları çözüme kavuşturabiliriz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ejderatlas

Bir yanıt yazın

Bunları da sevebilirsin