Yaşamın, Varoluşun Yanlış Okunması
Dünya tarihi dediğimizde uçsuz bucaksızmış gibi görünen bir tablo belirir genellikle zihinlerde. İnsanlar bu tarih sahnesinin içinde küçücük bir nokta gibi hissederler kendilerini. Ne var ki bilimsel bilgilerin en başından günümüze değin, tarihsel ve bölgesel bir araştırma yaptığımızda, konumumuz netleşebilir nihayet. Duyarlı ve hissedebilir canlıların bu denli önemsiz olduğu yanılsamasını yaratan şey de yaşamın, varoluşun yanlış okumasıdır.
Günümüzde her ne kadar çeşitli kültürel birikimlerin varlığının farkında olunsa da Avrupa merkezli (Avrosantrizm) bir felsefi, bilimsel yaklaşım hakimdir dünyanın geneline. Tarih boyunca güç merkezli bir sistem geliştirilmiştir insanların bir kısmı tarafından. Tarihsel olarak, imparatorluklar, devletler toplumlar, insanlar ve diğer hayvanlar arasındaki ilişkiler genellikle güç, kontrol ve “kaynakların” ele geçirilmesi üzerine kurulmuştur. Avrupa merkezli algı, özellikle sömürgecilik döneminde belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Dönemin Avrupa devletleri, dünyanın büyük bir kısmını kontrol altına aldı ve sömürdü. Ancak zamanla bu güç merkezleri değişti ve ABD, 20. yüzyılın ortalarından itibaren küresel süper güç haline geldi.
Günümüzde ise Çin, ekonomik ve askeri gücünü artırarak ABD’nin karşısında önemli bir rakip olarak ortaya çıktı. Çin’in yükselişi, Asya’nın küresel güç dengesinde daha merkezi bir rol oynamaya başladığını göstermektedir. Ancak bu yükseliş, çalışanların hakları, çevresel sorunlar, insan ve hayvan hakları ihlalleri gibi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Çin’in ekonomik büyümesi, büyük ölçüde ucuz iş gücü ve yoğun çalışma koşullarına dayandığından, sömürü ve eşitsizlik sorunlarını gündeme getiriyor. Yani Avrupa, Batı, insan merkezli vurgularının yanı sıra, “güç merkezli” ifadesine vurgu yapmamız gerek. Nitekim bu “karşıt güçler” kurgusuna dur demedikçe, taraflar değişecek fakat mekanizma aynı kalacaktır.
Aynı güç merkezli anlayış, insanların doğayı ve diğer hissedebilir, duyarlı canlıları sömürmesiyle de kendini gösteriyor. Hayvanların yenilebilir, giyilebilir, denek olarak kullanılabilir, yük taşıtılabilir olarak etiketlenmesi, yaşam alanlarının yok edilmesi ve endüstriyel tarımın yarattığı acımasız koşullar, insan ve güç merkezli bir dünya görüşünün sonuçlarıdır. Bu yaklaşım, insanlar ve diğer hayvanların yani hissedebilir ve duyarlı canlıların bir zümrenin çıkarları uğruna feda edilmesi gerektiği yanılgısına dayanıyor.
Varoluşu ve Yaşamı Doğru Okumanın yOLu
Eğer güncel gerçekleri idrak etmek istiyorsak (ki istemeliyiz), bize öğretilen her şeyi tamamen unutmalıyız. Bildiğimiz üzere dolu bir bardağa su eklediğimizde, bardaktan su taşar ve aktarılan su ziyan olur. Bu sebeple aklımıza o bardağı boşaltmak gelecektir belki. Ne var ki bu bitimsiz bir döngüye sebep olur. Başka bir deyişle dolu bardak gibi boş bardakta bizleri sınırlar. Çünkü dünyanın %71 kadarı sulardan oluşur ve bu su yağmur, kar, buharlaşma gibi döngüler aracılığıyla dünyanın tümüyle temas eder. Benliklerimizin bardağı temsil ettiğini düşünürsek, kendi bardaklarımızın ne kadar sınırlı olduğunu idrak edebiliriz.
“Eğer gerçekten öğrenmek istiyorsak, bardağımızı boşaltmamız gerekir. Ne kadar dolu olursa olsun, öğrenmenin ön koşuludur. Bir bardağın kullanışlılığı boşluğudur.” der savunma sanatları ustası ve felsefeci Bruce Lee. Lee’nin bu cümlesi öğrenmenin sadece bilgi ekleyerek değil, aynı zamanda eski ve işe yaramayan bilgileri bırakarak gerçekleşebileceğini ifade eder. Şimdi daha ileri giderek, o bardağın kırıldığını ve içindeki suyun kaynağına karıştığını hayal edelim. Bizi, diğerlerini hissetmekten alıkoyan, perspektif (merkez) algısıyla çevresine kendi yargılarını giydiren benliklerimiz böylelikle erir.
Her şeye rağmen ne duyarsak duyalım, onu kendi süzgecimizden geçirmeli, direnç göstermeden ya da olduğu gibi kabul etmeden, sınama yoluna gitmeliyiz. Bir bilgiyi sorgulamadan kabul etmek, reddetmek ve anlamayı ertelemek, eşit derecede uzak tutar bizleri gerçeklerden. Elbet her adımda idrak edebileceğimiz kıymetli deneyimler, bilgiler vardır. Duymazdan, görmezden, bilmezden gelmek, hazine sandıklarının üzerlerine kilitler çakmaya benzer. Oysa hazinelere ulaşabilmek için sandıkların varlığını bilmek, onları bulmak, etraflarını temizlemek ve onları açabilmek için doğru anahtarları üretebilmek gerekir. Bardak örneğinde olduğu gibi, hazineleri almak için yer açmış olmalıyız önce.
Etik ve Pratik Temellerle Örülü Sistemler Bütünü
Her damlada varoluşun, dünyanın bilgisi vardır. Başka bir deyişle okyanustaki her damla değerlidir ve herkes kendi frekansını keşfetmelidir. Yaşadığımız dönem çeşitli kaynaklarda Kali Yuga (Kali Çağı) ya da Demir Çağı olarak geçer. Bu iki adlandırma, kültürel farklardan ötürü olsa da anlamları bakımından aynı olguya işaret ederler. Bu iki ifadeye göre günümüzde, Altın Çağ veya Satya Yuga’dan (Krita Yuga) itibaren 4. yani son basamağa gelinmiş, manevi çöküşün yaşandığı en kötü zaman dilimi gerçekleşmektedir. Diğer taraftan, zaman kavramının göreceliliğine işaret ederek, bu dört basamak döngüsünün ilk basamağına ulaşmak için beklemek zorunda olmadığımızı ifade etmek isterim.
Farkına varılması gereken bir diğer husus, Altın Çağ gibi ifadelerin sembolik olduğudur. Yani yine gösterge bilime göre, gösterilen olarak Altın Çağ ırmaklarından sevdiğimiz sıvılar akan bir ütopya evreni değildir. Bununla birlikte nam-ı diğer Krita Yuga, somut olarak halihazırda var olan ya da oluşacak olan ütopik bir mekana işaret etmez. Nitekim bu tip adlandırmalar soyut ve simgeseldirler. Başka bir ifadeyle günümüzde öfke, şiddet, korku, hüzün gibi duygular baskın görünmekte. Ana akım veya sosyal medya aracılığıyla da körüklenmektedirler. Ancak bizler bu duyguların, hallerimizin, hislerimizin üzerinde çalışabilir ve içimizdeki Demir Çağ’ı (Kali Yuga) dönüştürebiliriz.
Bu dünyada şu anda tüm “-izm”leri yani politik görüşleri, sınırları, ülkeleri, yasaları meydana getirenler insanlar olduğuna göre, bunları dönüştürebilecek olanlar da yine insanlardır. Yani mikrodan makroya bir etki söz konusudur. Öte yandan insanlar, şu an ne biliyorlarsa kendileri dışındaki hayvanları ve doğayı gözlemleyerek öğrenmişlerdir. Bu nedenle attıkları her adımda, birlikte öğrendiği, yaşadığı duyarlı ve hissedebilir canlıların yaşam haklarını gözetmelidir. Ancak bu şekilde kendimize ve kendimiz dışındakilere karşı samimi olabiliriz. Sadece kendisini ya da kendi çevresini, çıkarlarını, gördüğü kadarını önemseyen kişiler aracılığıyla, dünyanın getirildiği durum ortada.
Yoga, Çikung (Qigong), Zazen, Felsefe, Psikoloji
Bu ara başlık, Ejderha’nın altyapısını oluşturan sistemleri içermektedir. Fiziksel-ruhsal sağlık son derece önemlidir. Bunun nedeni, yukarıda saydığım problemleri çözmenin yolunun, sağlam dimağlardan-bedenlerden geçmesidir. Sağlam bedenden kastım, halihazırda fiziksel durumumuz ne ise, onu kendi sınırımız kadar iyiye götürmek ve o durumu korumaktır. Diğer bir ifadeyle, ideal bir beden algısından söz etmiyorum. Şu anda hangi kondisyonda olursak olalım, tekerleki sandalyede, yatağa bağlı bir biçimde veya başka başka koşullarda olalım, bu metni okuyabiliyorsak eğer her zaman kendimiz için yapabileceğimiz sağaltıcı etkinlikler mevcuttur.
Sıkça kullanılan şu metafora göre, uçak düşerken oksijen maskesini ilk önce kendimize takmalıyız ki diğerlerine de yardım edebilelim. Tabi bunun için uçuş başlarken görevlilerin uyarılarını iyi dinlemek gerekir. Neticede paraşüt gibi nesnelere zamanında ulaşabilir, panik haline geçmeden, yapması gerekenleri yapabilenlerle birlikte uçaktan güvenli biçimde atlayabiliriz. Öte yandan bu şekilde kurtulabilenlerin sayısı hiçte az değildir. Doğru haritaları ve yer yön işaretlerini takip ettiğimiz sürece problem ifadesi bizleri korkutmaz ve hatta çözdükçe keyif almaya başlarız. Yine de bu çözme eyleminin topyekün zihinde gerçekleşen soyut, bedenden ve maddeden kopuk bir eylem olmadığının altını çizmeliyim.
İşte bu yüzden bizler Ejderha çatısı altında, hem bedenle, hem etikle hem de zihinsel aktivitelerle bütünsel olarak çalışıyoruz. Bununla birlikte çağımızın yaygın yaklaşımlarından olan insan (ben) merkezciliğin zırhını eriterek, birlikte yaşadığımız diğer insanları ve insan olmayan hayvanları en az kendimiz kadar önemsiyoruz. Başka bir deyişle kendimizle olan bağlantımızı sağladıktan sonra, bizlere öteki olarak sunulmuş duyarlı ve hissedebilir canlılarla olan bağımızı fark ediyor ve sağlamlaştırıyoruz. O halde Bertolt Brecht’in “ya hep beraber ya hiç birimiz, kurtuluş yok tek başına” sözünü de yeniden okumuş oluyoruz. Bizlere ezeli ve ebediymiş gibi sunulan, gerçek sandığımız her şeyi bir bir sorguluyoruz. Araştırmanın ve uygulamanın köklerini daha da derinlere salıyoruz.
Zen Terapi, Logotorapi, Terapötik Felsefe ve Sanat, Nefesle Beden Çalışmaları
Zen Terapi, Logoterapi, Terapötik Felsefe ve Sanat, Nefesle Beden Çalışmaları gibi Ejderha’nın yapıtaşlarını oluşturan yaklaşımlar, kişilerin zihinsel, duygusal ve bedensel sağlığını bütüncül bir şekilde ele alan disiplinlerdir. Bu terapi ve uygulamalar, modern psikoloji, felsefe, sanat ve kadim öğretilerin harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Söz konusu yaklaşımlar, danışanların ya da öğrencilerin modern dünyanın karmaşası içinde kendilerine bir yol bulmalarına yardımcı olurken, aynı zamanda kadim öğretilerin bilgeliğini de günümüze taşır. Logoterapi gibi anlam odaklı yaklaşımlar, kişilerin dünyayla ve hayatla olan bağını güçlendirerek yaşama motivasyonu sağlar.
Nörobilimsel açıdan, anlam odaklı düşünme ve hedef belirleme süreçleri, prefrontal korteksi aktive ederek duygusal dengenin sağlanmasına katkıda bulunur. Bu durum, stres kaynaklı kortizol salınımını azaltırken, dopamin ve oksitosin gibi motivasyon ve bağlanma hormonlarını artırır. Özellikle kronik stresle ilişkili fiziksel rahatsızlıklar (yüksek tansiyon, bağışıklık zayıflığı, sindirim sorunları) bu hormonal dengeyle ilişkilidir. Ayrıca, anlam bulma sürecinin bağışıklık sistemini düzenleyen psikonöroimmünoloji mekanizmalarını harekete geçirdiği bilinir. Bu da logoterapinin hücresel düzeyde iyileşmeyi destekleyebileceğine işaret eder.
Terapötik Sanat ise duyguların sembolik ifadesi üzerinden bedensel-zihinsel rahatlama sağlar. Sanat terapisi sırasında resim, heykel veya dans gibi araçlarla duyguların dışavurumu, limbik sistemin (duygusal beyin) regülasyonunu kolaylaştırır. Örneğin, dans ve hareket terapisi beden farkındalığını (propriyosepsiyon) geliştirirken, eklem hareketliliğini artırır ve postür bozukluklarını düzeltir. Aynı zamanda, sanatla uğraşmak endorfin salınımını tetikleyerek kronik ağrıları hafifletir. Nörogörüntüleme çalışmaları, sanat terapisi sonrası bedensel duyumların işlendiği bölgede (insula korteksi) aktivitenin azaldığını, bu durumun fibromiyalji gibi ağrı bozukluklarında rahatlama sağlayabileceğini ortaya koymuştur.
Felsefi Diyaloglar ve refleksiyon ise zihinsel çatışmaları çözerek bedende somatik etkiler yaratır. Örneğin, varoluşsal kaygıların azalması, sempatik sinir sisteminin (savaş-kaç tepkisi) aşırı aktivasyonunu dengeler. Bu durum, kalp ritmini düzenler, kan basıncını stabilize eder ve hatta glikoz metabolizmasını iyileştirir. Ayrıca, gelişen bilişsel esneklik, nöronal bağlantıları güçlendirerek yaşlanma kaynaklı bilişsel gerilemeyi yavaşlatır. Alzheimer hastalarında yapılan çalışmalar, anlamlı sohbetler ve entelektüel uyarımın beyin plastisitesini koruduğunu göstermektedir. Tüm bu yaklaşımlar, zihinsel ve duygusal süreçlerin bedensel sağlıkla nasıl iç içe geçtiğini ortaya koyar. Kadim bilgeliğin “ruh-beden birliği” vurgusu, modern bilimle birleşerek sağlığa bütüncül bir sistem sunar.
Ejderha Ne?
Asya Mitolojisinde (Orta, Kuzey, Doğu, Güney) Çin, Japon, Kore, kadim Türk gibi kültürlerde ejderhalar genellikle doğanın güçlerini (yağmur, nehirler, okyanus) temsil eder. Bilgelik, bereket, uzun ömür ve kozmik dengeyle ilişkilendirilirler. Örneğin, Türk mitolojisinde Ejderha, bilge ve yaratıcı bir figür olarak evrenin döngüsünü sağlayan, doğanın sırlarını bilen ve yol gösteren bir semboldür. Eviren (Evren) olarak adlandırılan Ejderha, evreni döndürme ve dünyanın devamlılığını sağlama rolüyle öne çıkar. Suyun ve yağmurun kaynağı olarak bereket getirir, doğanın dengesini korur. 9 kat gökyüzü ve 9 kat yer altı arasında hareket ederek kozmik dengeyi sağlar. Öte yandan kadim Yunan mantık bilimci Aristoteles de 9 katlı bir evren modeli tasarlamıştı.
Felsefi veya mitolojik bağlamlarda görülen bu ortaklıklar, dünyanın bütünselliğinin de bir ifadesidir. Çin’de Long adı verilen Ejderha, imparatorun sembolüdür ve gök ile yeryüzü arasında aracı olarak görülür. Tao okulu metinlerinde ise evrensel enerjiyi (Qi) simgeler. Buda okullarında ejderhalar, Buda’nın öğretilerini koruyan nāga varlıkları olarak tasvir edilir ve meditasyonla bağlantılıdır. Hint metinlerinde (Vedalar, Puranalar) nāga’lar yarı insan, yarı yılan formunda tasvir edilir. Bazıları koruyucu ruhlar olarak saygı görse de (Şeşa), Vritra gibi kaos ejderhaları da vardır. Türk mitolojisindeki Sangal (kaos) ve sonunda Sangal’dan kurtulan Bükrek (kozmos) örneğindeki gibi genel olarak Doğu kültürlerinde ejderhalar pozitif bir imaja sahiptir.
Batı Mitolojisi, Hristiyanlık ve Yahudilikte ejderha, kötülüğün ve kaosun sembolü olarak görülür. Örneğin, İncil’deki Vahiy Kitabı’nda (12:3-9) büyük kızıl ejderha, Şeytan’ın ta kendisidir ve Tanrı’ya karşı savaşır. Avrupa mitlerinde (Beowulf, Aziz George efsanesi) ejderhalar, hazineleri koruyan veya köyleri yok eden canavarlar olarak tasvir edilir. Kahramanların onları yenmesi, iyinin kötüyü yenmesini simgeler. Eski Ahit’teki Leviathan (Mezmur 74:14) ve Rahab (Eyüp 26:12) gibi deniz canavarları, kaos güçlerini temsil eder. Hristiyan teolojisinde bu figürler, Şeytan’la özdeşleştirilmiştir. Tabii ki de farklı kültürlerde Ejderha temsillerinin değişkenlik göstermesinin sosyo-politik alt yapıları vardır.
Zaman içinde semavi dinlerdeki tek din, tek devlet, tek tanrı anlayışı Ejderha’yı ilahi iradeye karşı çıkan bir güç gibi sunmuştur. Ayrıca, pagan kültürlerindeki yılan/eşya sembollerinin Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık tarafından demonize (şeytanlaştırma) edilmesinde de etkili olmuştur. Yine de Kelt ve İskandinav gibi bazı Batı mitlerinde ejderhalar, nadiren bilgeliği temsil edebilir. Her iki kültürde de Ejderha, insanüstü güçlerle bağlantılıdır; ancak bu güçlerin yorumu kültürel değerlere göre değişir. Daha açık ve üzerine pek düşünülmediği şekilde ejderha, güç ve iktidar merkezli yapıları eritir. Çünkü o merkezin dışına atılan tüm varlıkların, varolanların temsilidir.
SonUç
Farsça’da -ha eki çoğuldur yani Ejder’in sonuna gelen ek, bu kelimeyi tekil halden çıkartarak Ejderler şeklinde çoğul bir forma sokmaktadır. Ejderhane’nin sonraki yazılarında derinlemesine işleyeceğimiz üzere Ejder, unutturulmak istenen entelektüel ve eyleme dayanan kadim ve çağdaş bilgilerin temsilidir. Başka bir deyişle bu bir ünvandır. Başka başka coğrafyaları somut bağlamda ziyaret etmek muhakkak enfestir fakat soyut bağlamlarda da derinlemesine ve sınırlar ötesi gezintiler yapmak mümkündür. Nitekim bilgisiz geziler bir nevi kitsch’dir. Diğer bir deyişle teoriden kopuk pratikler, muntazam büyüklükte ve keşfedilecek çok şeyi olan mekanlarda, kendi etrafımızda bitimsizce dönmeye benzer. Sonunda başınız döner ve sarhoş olursunuz. Oysa biz farkındalığı önemsiyoruz.
Ejderha, sorgulamanın kapılarını sonuna kadar açarak, kapıları da ortadan kaldıran bir sistemler bütünüdür. Ne var ki bu sistem, kalıplaşarak donan değil, esneyen ve değişip dönüşen olgularla birlikte şekillen bir yapıdadır. Eğer ki zamanın ruhuna (zeitgeist) uyumlanamadığı durumlar olursa, dogmatikleşmemek için kendi kendisine yapı söküm uygulayabilir. Öte yandan Ejderha, dünyanın bir kısmında yaygın olan ikili (binary) anlayışa göre düşünmez. O tüm ikiliklerin, zıtlıkların dışındadır ve daima üçüncü ve hatta daha nice olasılıkları içerir. Başka bir deyişle, günümüzden önce meydana gelmiş olayların, kişilerin sınırlandırıcı bir biçimde kadın ya da erkek, doğulu veya batılı gibi ayrımlara tabi tutularak değerlendirilmemesi gerektiğini ifade eder. Bu kavramlar ve onlara yüklenen anlamlar nihai değildir, kimseye faydası yoktur. O, doğadaki intersekstir ve herkesin farkındadır.
Şu meşhur yin ile yang’ın bir araya geldiği sembol aslında taiji’dir. Dişiye, karanlığa, soğuğa karşılık gelen yin ile erile, aydınlığa ve sıcağa karşılık gelen yang’ın dengeye gelmiş hali, bu iki karşıt gücü aşkın, taiji (taiçi) halidir. Ne zaman ki tüm kavramların, bizlere yüklenen etiketlerin ve onların alt yargılarının ötesine geçebiliriz, işte o zaman olanı, yaşamı olduğu haliyle deneyimleyebiliriz. Buda okulundan boşluk (sunyata) bilgisine gönderme yaparak, buradaki yaratma gücünün, yaratıcılığın potansiyeline vurgu yapmak isterim. İdrak etmek için, bizlere öğretilen her bilgi parçacığından, uçmak için üzerindeki yüklerden kurtulunan balonlar gibi, bizler de bu ezberlediğimiz yüklerimizi salmalıyız kendimizden. İşte o zaman kendimizde meydana getirdiğimiz güzellikleri, dünyayla paylaşabilir, değiştirmek istediklerimizi değiştirebiliriz. Çünkü biz dünyayız.
Hyg8