Evrenin Temel Gücü Olarak Enerji: Bilim, Felsefe ve Beden Çalışmaları

Dogmatik Bilimcilik ve Sorgulayan Bilimsellik

Çağdaş bilimsel çalışmalardan yüz yıllar, hatta bin yıllar önce insanlar evreni, dünyayı, çevreleriyle birlikte kendilerini de gözlemlemişlerdir. Günümüzde Adorno ve Horkheimer’ın Aydınlanmanın Diyalektiği çalışmasında da dert yandığı üzere, bilim bir tür dine dönüşmüştür. Başka bir deyişle, bilimsel yaklaşım yerini bilimciliğe bırakmıştır. Bu tür bir dogmatikleşmeyi, bir zamanlar mitoloji olan günümüz dinlerine baktığımızda da görmekteyiz. Unutulmamalıdır ki bilimsel yaklaşım sorgulamaktan geri durmaz ve gerçeği bulmak adına, yanlışlanabilir olduğunu kabul ederek had bilir.

“Mantık yalnızca A’dan B’ye götürür ama hayal gücü her yere” diyen Einstein, hem klasik hem de kuantum fiziği için önemli olan çalışmalar yapmıştır. Yine de “Tanrı zar atmaz” (halk arasında böyle bilinir) söylemiyle, kuantum fiziğindeki indeterministik (belirlenimci olmayan) tutumu eleştirir. Çünkü ona ve klasik fiziğe göre evrenin mevcut durumu ve doğa yasaları bilindiği taktirde, gelecekteki olaylar ön görülebilirdir. Bu görüş batı felsefesi geleneğinin mantık kurucusu olarak bilinen Aristoteles’in yaklaşımıyla örtüşür. Mantık, bilimsel yöntemlerle elde edilen verileri analiz etmek ve sonuçlara ulaşmak için gereklidir. Ancak hayal gücü, yeni teoriler ve keşifler için sınırları zorlar.

Akılcılık-Ruhanilik, Batı-Doğu’yu Aşan Bilgi Konsepti 

16 asır önce doğmuş olan Aristoteles, mantık sisteminin temel ilkelerini ve yöntemlerini, Organon çalışmasında sistematik bir biçimde işlemiştir. Temel kavramlarından biri çelişmezlik ilkesidir. Verilen iki önermenin sonucunda en doğru, kesin bilgiye ulaşıldığını ileri süren bu ilkeye göre, bir şey hem kendisi hem de zıttı olamaz. Buna göre bir kişinin aynı anda hem tembel hem de çalışkan olması imkansızdır. Üstelik bu tutum, tekil gözlemlerden bütünün bilgisine erişmenin mümkün olduğu iddiasındadır (tümevarım). Söz konusu yaklaşım klasik fizik bağlamında doğru olsa da kuantum fiziğine göre yetersiz kalır.

Aristoteles’ten birkaç on yıl önce yaşamış Sokrates, başka bir yolun daha var olduğunu ifade eder sıklıkla. Ne var ki Aristoteles mantığı ve klasik fizik (Newton fiziği), üçüncü ihtimallerin varlığını yadsır. Buna karşın Aristoteles’ten iki asır önce yaşamış Gotama isimli filozof ve mantık bilimci bizlere, farklı olasılık alanlarının önün açarak, özgürlük alanı sunmuştur. Nyaya Sutra isimli çalışmasında mantık, epistemoloji ve tartışma sanatını işlerken Aristoteles’in aksine, üçüncü (daha nice) halin olasılığına vurgu yapar. Bu yanıyla kuantum fiziğinin felsefi ve mantık bilimi bağlamındaki temsilcisi konumundadır Gotama.

Aristoteles kadim Yunan, Gotama ise kadim Hint kültüründen yetişmedir. Bildiğimiz üzere bu iki kültür Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmış, birisine akılcılık öbürüne ise ruhanilik (spritüellik) atfedilmiştir. Oysa bu ayrım ve onlara yüklenen anlamlar gerçekçi değildir. Tümevarımcılık ve ikililik (binary) kolaya kaçmanın konforlu hissettiren bir yolu olmakla beraber, hayati yanlış anlatımlara neden olarak, yaşamı olumsuz bağlamlarda şekillendirir. Öte yandan modern Türkiye de kadim Yunan bilginlerinin yaşadığı coğrafyadadır ve kökleri Uzakdoğu olarak adlandırılan Asya bölgesine değin uzanmaktadır.

Sınırsızlık İçin Sınırları Doğru Takip Etmek

İnsanların evrimini, evrenin evrimiyle karşılaştırabiliriz. Nitekim dünya gezegeninin kendisinde ve içinde barındırdığı canlıların tümünde çeşitli mutasyonlar ya da evrimler söz konusu olmuştur. Bu süreçte homo sapiens çevresini anlamlandırmanın yollarını ararken, bazı kategorizasyonlara başvurmuştur. Zamanla bu kategorilerin anlamları kemikleşip, inaksal (katı katıya bağlılık) bir hal almıştır. Hindistan, Yunanistan, Türkiye, Hintli, Yunanlı ve Türkiyeli gibi etiketlere takılmadan fakat bu ifadelerin toplumsal, politik ve sosyal bağlamdaki yerlerinin ve anlamlarının farkında olarak, bilgilerin asıllarını araştırabilmeliyiz.

Daha önceki yazımda söz ettiğim gibi bilim felsefeden, felsefe de mitolojiden doğmuştur. Tüm sistemler bir bütün olarak ele alınmadıkça, kişilerde ve topluluklarda dengesizlikler kaçınılmazdır. Yaşadığımız dönemde tıp, fizik, felsefe gibi alanlarda elde edilen bilgiler, kadim toplulukların, kişilerin gözlem ve deneyleri sonucu edindiği birikimleri sınamaktadır. Öyle ki zamanında “saçma” olarak etiketlenen pek çok yöntem veya bilginin gerçekliğiyle faydaları artık kabul edilmektedir. Entelektüel derinliği es geçilen yoga ve meditasyon gibi alanlar buna iyi birer örnektirler.

19. Yüzyılda ayyuka çıkan sistematik sömürge döneminde ele geçirilen metinler, Avrupalı-Batılı bakış açısına göre değerlendirilerek çarpıtılmıştır (oryantalizm). Neyse ki bilimsellik, bütünsellik ve objektifliği önceleyen Ejderhane, merkezi bakış açılarının çarpıtmalarının ötesinde, sınanabilir bir alan oluşturmaktadır. Böylece okuyucu bölgesel, politik ve kültürel saptırmaların boyunduruğundan kurtularak, bilgi ve bilgeliğin aslıyla kucaklaşabilecektir. Örnek olarak yazımın devamında, kadim kültürlerden ve modern bilimsel çalışmalardan alıntılar yaparak, enerji kavramına değineceğim.

Modern ve Klasik Sistemlere Göre Enerjinin Kullanımı

Enerji, hem klasik hem de modern fiziğe göre farklı şekillerde tanımlanır. Ancak bu bilimsel perspektifler, kadim öğretilerdeki enerji anlayışıyla da ilginç benzerlikler taşır. Klasik fizik, enerjiyi iş yapabilme kapasitesi olarak tanımlar. Newton mekaniği ve termodinamik çerçevesinde enerji, kinetik, potansiyel, mekanik ve ısı enerjisi gibi formlara ayrılır. Termodinamiğin birinci yasası, enerjinin korunumu ilkesini ortaya koyar, buna göre enerji yoktan var ve yok edilemez, sadece bir formdan diğerine dönüşebilir. Bu yaklaşım, fiziksel dünyadaki makroskobik sistemleri anlamak için oldukça etkilidir. Ancak, enerjinin daha ince ve bilinçle bağlantılı yönlerini açıklamakta yetersiz kalır.

Kuantum fiziği, enerjinin doğasını daha derinlemesine inceleyerek, dalga-parçacık ikiliği, belirsizlik ilkesi ve kuantum alanları gibi kavramları ortaya koymuştur. Bu bağlamda enerji, sadece maddeye özgü bir özellik olmaktan çıkıp, titreşimler, olasılıklar ve bilinç ile etkileşimde bulunan bir alan olarak görülmektedir. Özellikle sıfır nokta enerjisi (zero-point energy) kavramı, boşlukta bile enerji bulunduğunu gösterir. Bu, qi gong (çi kung) ve yoga gibi disiplinlerin “boşluk” veya “alan” (field) anlayışıyla paralellik göstermektedir. Kadim sistemler enerjiyi sadece fiziksel bir güç olarak değil, bilinç, ruhsallık, duygu gibi çeşitli alanlarla ilişkili yaşayan bir kuvvet olarak tanımlar.

Qi Gong (çi kung) ve yoga gibi kadim uygulamalarda enerji, yaşam gücü veya yaşam enerjisi olarak ifade bulur. Evrende her yerde bulunduğu ifade edilen “qi (气, çi)”, nefes, zihin ve hareket ile yönlendirilerek vücutta meridyenler (enerji kanalları) boyunca akar. Qi’nin dengelenmesi ve serbest akışının sağlanması sağlık için temel oluşturur. Yogada ise “prana (प्राण)” yaşam gücü enerjisi olarak kabul edilir. Prana, nefesle alınır ve vücutta enerji kanalları (nadiler) boyunca dolaşır. Çakralar, bu enerjinin dönüştüğü merkezler olarak kabul edilir. Yoga pozları (asanalar), nefes teknikleri (pranayama) ve meditasyon, prana’nın serbestçe akmasını sağlamak amacıyla uygulanır.

Kadim Bilgeliğin Bilimi

Modern fizik, madde ve enerjinin aslında aynı şey olduğunu ve gözlemcinin (ölçümün) enerjiyi etkileyebildiğini göstererek, qi gong ve yoga gibi geleneksel sistemlerin keşifleriyle örtüşmeye başlamıştır. Kuantum alan teorisi, enerjinin sadece bir nesneye ait bir özellik olmadığını, aynı zamanda birbiriyle bağlantılı bir bilinç ağı olduğunu ortaya koyuyor. Bu perspektif, qi gong ve yoga gibi yöntemlerde enerjinin bilinçli bir biçimde yönlendirilmesi anlayışıyla paralellik taşır. Yine de bilincin kuantum temelli olup olmadığı konusundaki tartışmaların devam ettiğini hatırlatmak isterim.

Sonuç olarak, klasik fizik enerjiyi mekanik bir olgu olarak ele alırken, kuantum fiziği ve kadim sistemler enerjiyi bilinç, etkileşim ve dönüşüm açısından daha kapsamlı bir şekilde ele alır. Bu perspektifler birleştiğinde, hem bilimsel hem de felsefi anlamda enerjiyle nasıl çalışılacağına dair daha derin bir anlayış geliştirmek mümkün hale gelmektedir. Her iki disiplinde de enerji, fiziksel ve zihinsel sağlık üzerinde derin etkileri olan bir kavram olarak görülür ve bu enerjinin dengelenmesi, bütünsel sağlık için temel bir unsur olarak kabul edilir. Bilimcilerin (bilimsel yaklaştıklarını iddia etseler de) sahte olarak etiketlemek için yer aradığı felsefi, edebi ve tarihsel birikimler, entelektüel bağlamda değerlidirler.

Enerji, Elektrik ve Modern “Dedikodular”

Bir fil dostumuza yüksek voltajda elektrik akımı vererek onu feci biçimde katleden (daha nice vukuatı vardır) fail Edison’un aksine, hayatının son günlerini güvercinleri besleyerek (aralarından birine aşık olduğunu ifade etmiştir) ve sefalet içinde geçiren Tesla, toplumun genelinde olumlu bir biçimde anılır. “Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün” cümlesi de Tesla’ya aittir. Uzak mesafelere elektrik iletilmesini sağlayan alternatif akımın (AC) mucidi, aynı zamanda Wardenclyffe Kulesi’yle, okyanus aşırı ses ve görüntü taşıyacak olan internet ve kablosuz elektrik akımının öncüsüdür.

Tesla’nın yoluna taş koymak için AC’nin sözde zararlarını kanıtlamaya koyulan Edison bu uğurda duyarlı canlılara ciddi zararlar verir. Stephen King’in romanından uyarlanmış olan Yeşil Yol filmindeki efsanevi John Coffey karakteri de Edison tipi elektrikli sandalyeyle idam edilmiştir. Nitekim Edison’un karalama çabaları sonuç vermemiş, son derece kullanışlı olan alternatif akımı yerinden edememiştir. Bu çekişme hard rock grubu AC/DC için de ilham kaynağı olmuş, grup elemanları elektrik gitarlarını bu isim çatısı altında konuşturmuştur.

Gelgelelim Tesla da Einstein’ın ve çalışmalarını önemsizleştirmek için elinden geleni ardına koymamış. Öyle ki genel görelilik (izafiyet) teorisinin “deli saçması” olduğunu iddia etmiş, destekleyenleri bilim kişisi değil de metafizikçi olmakla suçlamıştır. Bu şekilde, her fırsatta doğa bilimleri dışında kalan alanları olumsuzlayan kişilerle ortak bir itki içerisinde olduğu anlaşılıyor. Daha da enteresanı, keşiflerinin hemen hepsi elektrik ile alakalı olan bir bilim kişisi olarak Tesla, elektronların varlığı fikrine de karşı çıkmıştır. Oysa elektrik, elektronların bir iletken ile akışının sağlanmasına verilen isimdir.

Kanıt Deneyimdedir

Tesla ve Edison’dan önce yaşamış Faraday’ın elektromanyetik alanlar üzerine yaptığı çalışmalar da kablosuz iletişim teknolojilerinin temellerini oluşturur. Elektrik ve manyetizma fiziksel enerji türleridir. Enerji, evrendeki tüm sistemlerin işleyişinin temel gücüdür ve çeşitli biçimlerde ifade edilir. Faraday’ın elektromanyetizma alanındaki keşifleri, enerjinin görünmez ancak etkili bir güç olduğunu ortaya koyarak, tarihteki enerji anlayışını kökten değiştirdi. Bu bilimsel bakış açısı, elektrik akımının tellerden geçtiği gibi, yaşam enerjisinin de canlıların bedeninde belirli kanallar boyunca aktığını ileri süren qi gong ve yoga gibi kadim disiplinlerle benzerlik taşır.

Tıpkı bir öz öğrenimci (otodidakt) olan Faraday’ın görünmez manyetik alanları keşfetmesi gibi, qi gong ve yoga da görünmez yaşam enerjisini hissetme, yönlendirme ve dönüştürme pratiğidir. Modern bilim, özellikle kuantum fiziği sayesinde, enerjinin sadece fiziksel değil, aynı zamanda bilinçle etkileşime giren bir alan olduğunu araştırarak, kadim sistemlerin temellerini desteklemektedir. Hem bilimsel keşifler hem de kadim uygulamalar, enerjinin anlaşılması ve kullanması konusunda yeni bir çağın kapılarını aralamaktadır. Sonuç olarak, önümüze yığılan teorik, sınırlı bilgilerle yetinmeyip ötesine geçme cesaretini göstererek bizzat deneyimlemek gerekli ve  de değerli bir çabadır.

ejderatlas

Bir yanıt yazın

Bunları da sevebilirsin