Metnin Amacı: Romanın protagonisti Alex karakterinin, içinde yaşadığı toplumla birlikte Freud’un “Eros ve Thanatos İlkel İçgüdüleri”, “Savunma Mekanizmaları” ve “Kitle Psikolojisi” çalışmaları referans alınarak psikanalitik çözümlenmesi ve romanda müziğin psikanaliz bağlamında geçiş nesnesi olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Yazar Hakkında Bilgi: Annesini ve kız kardeşini 1 yaşındayken kaybeder, teyzesiyle büyür. Babasının kendisini suçladığını düşünen Burgess babası evlenene kadar teyzesiyle yaşar. Claude Debussy dinledikten sonra 14 yaşında piyano öğrenmeye başlar. İngiliz Edebiyatı ve Sesbilim öğrenimi görür. 1 senfoniyle birlikte pek çok beste icra eder. 2. Dünya Savaşı sırasında, İngiliz Ordusu’nda yer alır ve o dönemde eşi, bir grup Amerikan askeri tarafından tecavüze uğrayarak bebeğini düşürür. Sonradan yanlış teşhis olduğu anlaşılan, beyin tümörü tanısı sonucu öleceği düşüncesiyle, kendisinden sonra eşinin zorluk çekmemesi için yazdığı romanlardan biri de “A Clockwork Orange”tır.
Romanın Kısa Özeti: 15 yaşında olan Alex şiddet eğilimi gösteren 4 kişilik bir çetenin en küçüğü ve lideridir. Ailesiyle yaşar fakat aralarında gerçek bir iletişim olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Alex, günün birinde bir kadının ölümüne sebebiyet verir ve Ludovico denilen bir ıslah projesinin deneği olur. Koşullama yöntemiyle topluma yararlı bir kimseye dönüştürülme vaatleri olumlu sonuçlanmaz. Alex intihar eder fakat ölmez, sonunda eski haline dönmüştür. Romanın sonunda o da eski tayfası gibi evlenip, topluma karışmaya karar verir.
Romanın Analizi: Alex karakteri toplumla hiçbir şekilde ilişki kuramayan, kurmaya yeltenmeyen biridir. Tam anlamıyla vandal bir çeteleri vardır fakat grup içerisinde de bireyselliğini korur. Freud bağlamında düşünüldüğünde toplum kuralları, “süperego” olarak Alex’e nüfuz edemez. Bu durumda Alex tam anlamıyla “id”dir. Ne var ki kültür,
protagonistin fütursuz bireyselliğine müsamaha gösterebilecek bir yapılanmaya sahip değildir. Protagonistin davranışlarına Freud’un Unheimlich kavramıyla açıklık getirmek mümkündür. Buna göre Freud, tekinsizlik hissinin oluşumundaki en temel faktörü zihinsel belirsizliğe bağlar; böylece tekinsizlik, daima olması gerektiği yerde olup olmadığının bilinemediği bir şeydir.
Çevresi ile daha iyi özdeşleşmiş kimseler, bu ortamdaki nesneler ya da olaylarla ilgili tekinsizlik hissini daha az duyumsayacaklardır. Bu durumda tekinsiz olan yeni bir şeyin yarattığı heyecan değil, önceden bilindiği varsayılan bir şeyin şimdi kazandığı yabancılık niteliğinden doğan bir yeniden algılayıştır. Dolayısıyla tekinsizlik, şeylerin kendi niteliğinde değil, kavranışlarındadır, ya da bakanın algılayışındadır. Freud’a göre, tekinsizliğin oluşumu sadece zihinsel belirsizliğe bağlanarak açıklanamaz. Bilinçdışında bastırılan kimi çoklukların geri dönmesiyle yüzeye çıkan korku ve kaygıdır. Alex, toplumla özdeşleşemeyen bir karakter bir şekilde algıladığı “şeylere” endişe ve belirsizlik duygularıyla yanıt verir. Dolayısıyla tekinsiz olan aslında ne yenidir ne de yabancı, tam tersine sadece bastırma sürecinin başkalaştırdığı, fakat ruhsal yaşam için öteden beri tanıdık olan şeydir, gizlenmiştir ve tekrar ortaya çıkar.
Protagonistin etrafını bilinçdışı bir etkiyle tekinsiz olarak algılaması sonucu, etrafına şiddet uygulaması Freud’un ilkel savunma mekanizmalarıyla açıklanır. Alex kendi yaptıklarına bahane bularak onları rasyonelleştirir, başkalarına uyguladığı olumsuz davranışlara kendisi maruz kaldığındaysa yansıtmaya başvurur. Başına gelecek olanların taslağı niteliğindeki görüntüler rüyalar aracılığıyla bilincine gelir. Liderlik hırsı çete üyelerine karşı takındığı saldırgan tutumun sonuçlarını düşünebilmesini engellese de bu tip bir bastırma kendisini, Alex’in rüyalarında açığa vurur. Nitekim rüyaları ile gerçekte olanlar arasında paralellikler bulunur.
Dim, Georgie, Pete ve Alex’ten oluşan çete ise Freud’un tabiriyle örgütlenmiş yalın kitleye tekabül eder. Buna göre topluluk ve onu oluşturan üyelerden biri olan Alex iç tepileriyle davranır, eylemlerinde işi en aşırıya vardırabilir, son derece çabuk köpürür. Tutkuludur, bocalamalar içinde çalkalanır. Ancak kaba ve yalınkat duygulara açıktır. Telkine olağanüstü yatkın, düşüncelerinde ağırbaşlılıktan yoksun, yargılarında acelecidir. Alabildiğine basit ve yetersiz karar ve kanıtlardan başkasına akıl erdiremez. Kolay yönetilip, sarsıntılara kolay uğrayabilir. Özgüvenden, öz saygıdan ve sorumluluk duygusundan uzaktır. Ancak mutlak ve sorumsuz bir otoriteden bekleyebileceğimiz eylemlere girişir. Daha çok arsız bir çocuk, başında gözetmeni bulunmayıp yabancı bir durumla karşılaşan tutkulu gelişmemiş bir kimse gibi davranır. Davranışı ham bir yığınınkine benzer. Bir kişinin ölümüne sebep olduktan sonra ilk defa uygulanacak olan Ludovico tekniğine denek olarak seçilir. İlaç uygulanarak ve şiddet içerikli filmlere maruz bırakılan Alex, süreç bittiği zaman dımdızlak topluma salınır. Şiddet içerikli bir hayal kurduğunda dahi midesi bulanarak halden düşen protagonist, zamanında şiddet uyguladığı kişiler tarafından bir nevi linç edilmeye çalışılır. Kitleden kaynaklı telkinsel eyleme maruz kalmış birey yani Alex, kitle tarafından sindirilmiştir. Artık tamamen savunmasızdır.
Romanın sonlarına doğru Alex’in yolu bir zamanlar evine girerek eşine tecavüz ettiği ve yazılarına zarar verdiği Otomatik Portakal’ın yazarı F.Alexander’la yeniden kesişir. Protagonist bu kez farklı politik görüşte olan bir kitlenin denetimine girmiştir. Ne var ki kim olduğunu ele verir ve kendisini öldürmeye teşvik edilir. Alex kendine geldiğinde hastanededir ve Ludovico tekniği etkisini tamamen yitirmiştir. Bakanın kendisine hediye ettiği pikapta çalınması için hangi eseri istediği sorulduğundaysa Alex Beethoven’ın 9. Senfonisini ister. Roman boyunca müzik oldukça ön plandadır ve protagonistin yaşamında hayati denebilecek bir öneme sahiptir. “Ah, harikaydı ve mükemmeldi. Skerzo kısmında gayet hafif ve gizemli ayaklarla filan koşup, ciyaklayan dünyanın bütün suratını, boğazkesen usturamla yardığımı gayet net dikizleyebildim. Sonra, yavaş bölüm geldi ve muhteşem son bölüme daha vardı. Kesinlikle iyileşmiştim.”
Winnicott’a göre, henüz gerçeklik ilkesinin kurulmadığı dönemde anne bebeğine önce memesini, sonra sesini, nağmelerini, ninnilerini sunar. Böylece, bu nesneleri ve olguları kendisi yaratmış gibi hisseden bebeğe bir yanılsama alanı sunmuş olur. Bebeğin kendi agulamaları, uykuya dalarken çıkarttığı seslerden oluşan şarkı ve nağme repertuarı ve kendi anal sesleri kendi bedenine ait bir parça gibi düşündüğü nesnelerin yanında bu ara alanı oluşturur. Hayal kırıklıkları ile gerçeklik ilkesi oluştukça yatırım bu nesneler ve olgulardan geri çekilir. Ancak bu nesneler ve olgular tümüyle kaybedilmiş değildirler, yalnızca sürgüne yollanmışlardır. Zamanla nesne anlamını yitirir. Geçiş olgusu dağılır ve iç ruhsal gerçeklik ile dış gerçeklik arasındaki geçiş alanı artık yerini kültürel alana bırakır. Geçiş olgusu bu alanın tümüne yayılır. İşte müzik duygusu kökenini geçiş olguları olan bu sesler ve nağmelerden alır.
Gramajo’ya göre, benlik müzikal hazzı yaşamak için işlevini yerine getirmeye hazırlanır ve bunun için uygun tarz ve yer arar. Müzik Erosla dolmuş olarak bir sınırdan geçecektir. Benliğin sınırları dışsalın içeri girmesine izin vermek üzere daha geçirgen hale gelir, içselde onu almaya hazırlanır. Böylece iç de dışı biçimlendirmiş olur. İçerisi ve dışarısı arasındaki bu alışveriş, müziği bir geçiş nesnesi haline getirir. İşitirken ve dinlerken içerisi ile dışarısı arasında bir trafik oluşmuştur. Tüm bu süreç bir yanılsama alanında olup biter. Buna göre Alex müziği dinleyen olarak onun, kendisi tarafından yaratılmış olduğunu hissettiği bir yanılsamanın hazzını yaşar. Böyle bir geçiş nesnesi Eros’la beraber Thanatos’u da içinde barındırır. Romanın sonundaysa Alex bir zamanlar lideri olduğu çetenin üyelerinden Pete ile karşılaşır ve onun evlenmiş olduğunu görür. Kendisi de yaşamak için bireyselliğinden ödün vermek zorunda olduğunu anlar.
Sonuç Bölümü: Antisosyal kişilik bozukluğuna sahip olan protagonist doğal olmayan yollarla iyi olmaya koşullandırılmış fakat bu sorununun kökenine inmek yerine başka sorunlar doğurmuştur. Tüm müdahalelere rağmen Alex, 21 yaşına geldiğinde doğal bir süreçle beraber büyüdüğünü idrak eder ve kültüre teslim olur. Cezalandırma ile yok etmeye odaklı yıkıcı ve agresif içgüdülerin yani Thanatos’un, libidoda ortaya çıkan Eros ile eşit bir ortaklığa sahip olduğu protagonistte kendisini açık eder. Öte yandan Alex’in müzik ile olan ilişkisi bir regresyona da işarettir. Rasyonalitenin ulaşamadığı bir alan olarak müzik, yaşam öncesine, hiçliğe dönme arzusunu dindirmeye yardımcı olur.
Freidman’a göre, müzikal tema bir duygulanımı temsil eder, bu duygulanım bilinçdışı bir çatışmayı geçici olarak etkinleştirir. Müzik dinlerken, birincil süreç dönüşümlerinin sunduğu ruhsal gerilemeye katılırız ve böylece bu çatışma üzerinde geçici bir egemenlik kurarız. Bu egemenlik benlik tarafından estetik bir haz olarak yaşantılanır. Friedman burada söz konusu egemenlikten alınan hazzın, eskil narsisizmin tüm güçlülüğünden yeniden canlanmasıyla ilişkili olduğunun düşünülebileceğini belirterek şöyle örnekler: “İki kişi ana teması, iddialı savaşkan, hızlı tempolu bir senfonik müzik dinliyor olabilir. Her ikisinde de tema erkeksilikle ve saldırganlıkla ilişkili duygulanımları harekete geçirmektedir. Birinci kişide tema düşmanca yıkıcı arzular üzerindeki çatışmaları etkinleştiriyorken, ikinci kişide yasaklanmış bir arzu ile ilgili çatışmalar canlanıyor olabilir. Her biri için aynı parça, birinci süreç dönüşümleri kullanılarak müzikal tema geliştikçe ve yenilendikçe benliğe, geçici gerilemeye katılma ve temsil edilen çatışma üzerinde egemenlik ve denetim kurma şansı verilmiş olur. Buna göre Gramajo’nun sözlerini alıntılamak gerekir. “Bir müzikal yapıtta müzikal unsur olarak yer alan yoğunlaşma, yeni bir düzene yol gösterir: Babayı ve araştırmayı devreye sokar, böylece benliği genişletir. Müzik, bir ikincil etkinlik içinde birincil sürecin yeniden ele geçirilmesine izin verir. Bu değişimin ritmi bizi emmenin ritmine hatta daha önceki ritimlere, göbek bağının ve annenin ritmine geri götürür. Dinleyenin yorumcu ile özdeşimi bir benlik ideali olarak onu büyüler. Bu okyanus duygusunun, sınırsız narsizmin hazzıdır.”
Otobiyografik bir roman olan A Clockwork Orange’ın kurgusu, Anthony Burgess’in hayatıyla iç içedir. Yazarın Freud’un çocuğun psikoseksüel gelişiminde oral döneme tekabül eden yaşında annesini kaybetmesi ve babası ile olan iletişimsizliği bir tür oidipal komplekse yol açmıştır. Ne var ki annenin yokluğu ile libidosu kendisine dönmüş, bu boşluğu sanatı bir süspansiyon olarak kullanarak aşmaya çalışmıştır. Romana isim olarak seçtiği Otomatik Portakal ise bir nevi baba figürünü temsil eder. Buna göre insan Tanrının ya da kaderin, kültürün şekillendirdiği bir otomat gibi toplumsal koşullara ayak uydurmak mecburiyetindedir. Yazarın bireyselliği Alex karakteriyle birlikte kültür içerisinde erir.
Ejder Atlas Akmaner
Karşılaştırmalı Edebiyat
Tezli Yüksek Lisans Programı
Psikanalitik Edebiyat Dersi
Final Sunumu